Hemen herkesin üzerinde çok düşündüğü, bizim de hemen her terapi yaklaşımında farkındalığı arttırmanın önemi üzerinde durduğumuz duygulardan bahsedeceğim.
Duygu, bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimidir. Öfke, üzüntü, korku, zevk, sevgi, şaşkınlık, kıskançlık, iğrenme ve utanç duygularımızdan sadece birkaçıdır.
Kişinin yaşadığı duyguların sonuçlarını kontrol edebilmesi için önce duygularını fark etmesi ve kabullenmesi gerekir. Aksi taktirde duygularımız bizi kontrol edecektir. Duyguları fark etmek ve kabul etmek, onları zekamızın, mantığımızın ve ahlak anlayışımızın idaresine vermektir.
DUYGULARIN KABUL EDİLMESİ
Duygularımızı kabul etmek her zaman kolay bir şey değildir. Duyguları ifade etmeyle ilgili en büyük engel yine bir duygu olan suçluluk ve utançtır. Suçluluk hissettiğimiz için duygularımızı ifade edemeyebiliriz. Oysa duyguların yanlış ya da uygunsuz olmadığını, o duyguyu hissetmenin bir nedeni olduğunu kabullenmek duygularımızı doğru ifade edebilmemizin temelini oluşturacaktır. Doğru ya da yanlış duygu yoktur. Duygu sadece hissedilir ve hissettiğiniz birşeyin doğruluğu değerlendirilemez. Duygu sonucunda yapılan davranışlar değerlendirilebilir ancak duyguların değerlendirilmesi objektif olmayacaktır.
Duygularımız kişilik özelliği değildir. “Bu benim kişiliğim, o nedenle diğerleri buna göre davransın” şeklinde düşünmek hissettiğimiz duyguyu kişilik kılıfına sokarak duygu ve davranışlarımızın sorumluluğunu almamaktır. Böyle yaparak davranışlarınızı seçmiş ya da tercih etmiş olduğunuzu kabul etmeyerek sizin kontrolunüzde olmayan birşeye bağlıymış gibi davranmanıza ve aldığınız kararların sorumluluğunu üstlenmemenize neden olur. Bu da yakın ilişkilerde ciddi sorunlar yaratır.
DUYGULARIMIZIN DAVRANIŞLARIMIZ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Duygular davranışlarımızı etkiler ve davranışlarımızın sorumluluğunu başkalarına yüklememize sebep olabilir. Bu nedenle çözümü başkalarında ararız. Başkalarını sorumlu tutma veya suçlama yerine o duyguyu hissetmiş olmanın sorumluluğunu alma ve neden hissettiğini araştırma, bu duyguyu bir rehber olarak kullanma, hem insanın kendisini tanıması (düşünceleri, ihtiyaçları ve tekrar eden davranış kalıplarını anlama) hem de ilişkilerinde daha yapıcı olması açısından gereklidir. Bunun yanı sıra bir başkasının nasıl hissettiğini ve ne düşündüğünü tam olarak bilemeyebiliriz, bilmemiz daha muhtemel olan kendi duygularımızdır.
BENİM DUYGULARIM MI SENİN DUYGULARIN MI?
Başkalarının duygularının sorumluluğunu alan kişiler de vardır. Bu kişiler kendilerine aşırı ve gereksiz yüklenmiş olabilirler. Her zaman karşıdaki kişinin sorumluluğunu almaya çalışmak yani bir başkasının işini de üstlenmeye çalışmak gereksiz bir yüktür. “Onu üzdüm”, “onu öfkelendirdim” diyerek karşı tarafın hissettiklerinin ve yaptıklarının kendinizle ilgili olduğunu düşünmek hem sizin, hem de karşı tarafın yaşamı için olumsuzluklar yaratır. Böyle bir durumda duygu yükümüzü paylaşmak önemlidir. Hep yardım isteyen kişiye karşı her zaman güçlü, dayanıklı, yardıma hazır olmak yerine, yani onların duygularını da kendi üzerine almak yerine, kendi sorunlarımızdan ve bunlara yönelik duygularımızdan bahsetmek gerekir böylece duygu yükünü azaltılmış oluruz.
Bu tür yüklenmeler bir sure sonra “fedakarlık” olarak adlandırılarak, karşılık beklemeye döner. İlişkilerin bozulmasında en temel nedenlerden biri haline gelir. Siz karşı tarafın yükünü aldığınız halde karşı tarafın bunu yapmaması öfkelenmenize neden olabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta bunu kendi isteğinizle, kendi ihtiyaçlarınız doğrultusunda yapmış olmanızdır. Dolayısı ile karşı tarafa öfkelenmek yerine kendi davranışlarınıza odaklanıp, neleri değiştirmek istediğinize bakmanız gerekir.
İFADE EDİLMESİ ZOR OLAN DUYGULAR
Öfke, kendimize itiraf etmesi daha güç olan veya farkındalık oluşunca baş edemeyeceğimizi düşündüğümüz başka duygularımızın (mutsuzluk, kaygı, çaresizlik gibi) saklandıkları daha emniyetli gibi gelen sığınak gibi olabilir. Bu nedenle bir çok diğer duygumuzu öfke olarak tanımlama ve davranma eğiliminde olabiliriz. Çünkü öfkeli olma durumundan çıkarak, asıl duygumuzu keşfedince, baş etmesi daha da zor bir durumda kalacak olabiliriz. Kişi çaresizlik duygusu ile nasıl baş edeceğini bilmiyor ise bu duygudan korkar ve bastırır bu öfke olarak dışarıya vurulur. Karşılanmamış ihtiyaçlar öfke kaynağı olabilir. Öfkelenip karşımızdaki kişiye bağırmak veya benzer bir tepki vermek, ona neye ihtiyaç duyduğumuzu anlatmak ve bunu ondan istemekten daha kolay bir çözümmüş gibi görülüyor olsa da ihtiyacımızı fark edemez ve gerçek bir çözüme ulaşamayız.
Bazı kişiler için ise öfkeli olmak daha tercih edilebilirdir. Bunun nedeni ise kendilerini daha az kırılgan ve daha fazla güçlü hissetmeleridir. Böylece incinmiş veya korkmuş olduklarını başkalarına fark ettirmemiş olurlar.
Duygular terapide fark edilmesi ve ifade edilmesi en önemli olan kavramlardan biridir. Duygularının farkında olan ve bunları ifade eden kişi ruhsal açıdan daha tatmin edici bir yaşam sürer. Bazı ilişkilerin bitmesinin en önemli nedeni kişilerin duygularını tanımamaları ve yanlış ifade etmeleridir. O yüzden insanın kendi duyguları üzerinde farkındalığının artması ve bunun üzerinde çalışması önemlidir. Terapi sürecinde, öfke sandığı duygunun üzüntü olduğunu fark eden ve duygularını tanımayı ve ifade etmeyi öğrendiği için çok daha anlamlı yaşamayı beceren danışanlar yaşamlarının her alanında daha tatmin edici bir yaşam sürerler.
Uzman Klinik Psikolog
Romina Kuyumcuoğlu